Menü Kapat

Hakkımda

Haydiii…

Bu sayfayı hazırlıyorum, olur da biri tıklayıp hakkımda iki kelâm okumak ister diye. Lâkin kendime “Biri niye bunu istesin abi?” diye sorduğumda, verecek cevabım yok. Hadi, hakkımda bilgi almak istedi o biri, bu bilgi nasıl bir şey olmalı? Yani kimse ayakkabı numaramı merak etmez mesela ya da ne bileyim, kafamı boşaltmak istediğimde zihnimde üçgenler çizdiğimi. Evet üçgenler, birleşerek daha büyük üçgenler oluşturan üçgenler. Daha da kötüsü, bunu elimle, parmaklarımla da yapıyorum. Bildiniz, ne oldu şimdi? Ayakkabı numaram nasıl beni bilmenizi sağlamıyorsa, bunu bilmeniz de sağlamayacak. Yalan mı söylüyorum?

Geçen gün – yani dün (bunu yazdığım günün dünü) – arada bir göz attığım bir underground dergi blog’unda (öyle çok acayip şeyler okuyan, inanılmaz kültürlü biriyim!) 20’li yaşlarının ilk yarısını geçmemiş bir şayirin kendisiyle yaptığı röportajı okudum. Kendisine sorular sormuş, böyle inanılmaz şaşırtıcı cevaplar vermiş. İyi de, bu adam dahi anlamındaki de ekini ayırmadan yazmış yollamış, dergi ekibi de düzeltmeden koymuş blog’a. Ne yazdığını geçtim, bu hatayı yapan, bunu düzeltmeden gönderen bir adamı ben tanısam ne olur? Bu adamı edebiyatçı diye ciddiye alsalar ne olur? Eğer siz de “yahu ne gereği var yazıma takılmanın” diyenlerdenseniz, Özdemir Asaf’ın Başlamalar şiirinden şu dizeleri bir okuyun, bakalım yazımın önemi hakkında aynı şeyi düşünmeye devam edebilecek misiniz :

Sen de ben de

Ben de sen de

Sende bende

Bende sende

Sen de bende

Ben de sende

Sende ben de

Bende sen de

Fikrinizi değiştiremedim mi? Canınız sağolsun. Bir dahaki sefere artık…

Nerde kalmıştım… Kendini anlatmakta elbette! Eğitimimden bahsedeyim öyleyse. Devletim sağolsun, nasıl etiket alabildiğimin kısa serüveni.

Hacettepe Üniversitesi Kimya Öğretmenliği ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Matematik Bölümü’nü terk ettikten sonra, İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri Bölümü’nden – bursumu kaybetmeden hemen önce – mezun oldum. Yalan yok, tek ders sınavından  geçemezsem benden para isteyeceklerini söylemeselerdi, mezun olmazdım. Neredeyse otuzuma merdiven dayamışken hâlâ lise mezunu(!) olarak takılmakta bir sakınca yoktu benim açımdan, yeter ki askere çağırmasın beni devlet baba! Sonuçta mezun oldum, baskılara direnemedim, asker de oldum. Yan gelip yatma yeri değil diyenlere nispet yaparcasına yan gelip yattım. Pişman değilim yattığıma, yaptığıma pişmanım. Bana zorla askerlik yaptıran sisteme karşı yeterince dirençli olamadığıma pişmanım. Geçti gitti. Ömrümden götürdükleriyle beraber elbette!

Sonra… Nelerden hoşlanırım gibi klişe bir konuya geçeyim. Madem kendimi Bilgisayarcı diye etiketledim, oradan başlayayım. Linux sever, Ubuntu kullanır(d)ım, dokuz yılın sonunda “Yaşasın Mint!” dedim. Hayır, bozulan bilgisayarınıza Windows yüklemem, bazen – o da yeterince sarhoşsam – arkadaşlarımın bilgisayarına linux kurup kaçarım. Onlar da ertesi gün “Ne yaptın oğlum sen bilgisayarıma?” diye telefon açarlar. Yaptığım en uç sapıklık budur zannımca. Herkesin nerd olmaya özendiği bir çağda, nerd olmaktan kaçınmaya çalışıyorum. Kötü bir yaşam biçimi, harbiden öyle! Bu arada, bilgisayar da toplamam. Kimse için, babam için bile! Bilgisayar toplayan bir dolu mekân var Kadıköy’de, gidin toplatın, bana ne! Özgür Yazılım iyidir, hoştur bence. Bir gün dünyayı fethedecek ama henüz değil. Yavaş yavaş olacak bu.

İşten bahsedersek, kahvehanede çayçılıktan emlakçılığa uzanan bir dizi işte çalıştım. Zevk aldığım şeyi yapayım, üstüne para verdikleri için mutlu olayım istedim, olmadı bir türlü. Hangi işe el attıysam, elimde patlaldı, yemin ediyorum öyle. 3 yıl boyunca turizm sektöründe kaldım, en uzun ve ciddi iş deneyimimdi. Tiksinerek kaçtım. Diplomayı alıp askerliği de yapınca, şansımı yazılım sektöründe deneyeyim dedim. Ben döndüm de, onlar dönmedi. Döner gibi yaptılar, hâlâ dönsünler diye bekliyorum. (2013 Temmuz güncellemesi: “Döndüler birkaç ay önce”) Yozdil’in bol enter’lı yazılarıyla çuval dolusu para kazandığı ülkemde, kalemimi kullanarak para kazanmaya da yanaşmadım. Teklif etselerdi, reddetmeden önce düşünürdüm tabii. Kısa sürerdi ama düşünme faslı. Kesin kabul ederdim! Yazı yazacağım ve üstüne para verecekler, öyle mi? Enayi miyim abi, niye reddedeyim? (Yazar burada “tekliflere açığım” diyor.) Neyse, yazılımcı sayılırım, junior tabii, very very junior.

Hobilerden bahsedeyim mi? Hobi olarak koltukta otururum. Çok sıkılırsam koltukta uzanırım. Daha çok sıkılırsam, bir ayağımı koltuğun sırt kısmına kenarına atar, öyle uzanırım. Daha da çok mu sıkıldım? Yerde uzanırım! Dışarı çıkmak mı? Şakir adında bir vosvosum vardı, onunla çıkardım dışarıya. Yağmurda su alır, ıslak zeminde frenleri tutmazdı. Hayatı tehlikeli yaşamayı sevdiğimden değil canım, fukaralıktan! Sonra Şakir ile yollarımızı ayırdık, Avni adında bir vosvos aldım. İlk başta çok güzel gezdik dolaştık, insan ayağının yerden kesilmesine alışınca, iyi geliyor tabii. Sonra benzin fiyatları, askerlik, işsizlik derken, ben metrobüsle dolaşmaya, Avni de evin önünde yatmaya başladı. Ben hâlâ dolaşıyorum, o hâlâ yatıyor. Bir ara elinden tutup gezmeye götüreceğim onu, attaya. Onun dışında hepimizin yaptığı şeyler işte, müzik dinle, kitap oku, daha çok müzik dinle, daha çok kitap oku, müzik dinlerken kitap okur gibi yap ya da kitap okurken müzik dinler gibi yap.

Hayvanlarla aram süperdir. Bir tane panik atak tavşanım vardı, kalp krizi geçirdi. İki tane su kaplumbağam boğuldu(?). İki tane muhabbet kuşum vardı, birini nefes darlığından kaybettik, diğerini de pes edip bir tanıdığa hediye ettim. Hayattaydı kendisinden en son haber aldığımda. İki tane köpeğim oldu, biri kanlı ishale yakalandı. Diğeri annesiyle ve kardeşleriyle beraber yaşıyor, benimle değil. Bu dünyada bana kalan Köfte adındaki kedim oldu. 6,5 yaşında, canavar gibi. Canavar derken şaka yapmıyorum, gelip görmeniz lazım, kocaman bir şey! (O da artık Özlem ile yaşıyor.) Onun dışında sokakta ne görsem beslerim. Bir ara işyerimin önünü kediler mesken edinmişti, her gün mama getiriyordum çünkü onlara. Bir de şu sıralar köye gittikçe köpekleri besliyorum. Köydeki köpekler de bir acayip, husky, golden retriever, belçika kurdu gibi enteresan cinsler dolaşıyor orada. Yaşlandığımda ya evinde kırk kedi besleyen bir amca olacağım, ya da kırk köpek besleyen bir teyze. Yok! Olmadı lan bu! Bakalım, yıllar ne gösterecek.

Yine çok uzun bir yazı oldu. Uzun zamandır yazı yazmıyordum, bu siteyi yeniden yazmak için beni motive edecek bir yer olsun diye açtım. Şimdilik, buradaki yazıların çoğunu Ekşi Sözlük’te “elsanin mecnunu” mahlasıyla yazdıklarım arasından “sakıncasız” bulup seçtiklerim teşkil ediyor. İlerleyen günlerde yeni yazılar yazmayı ve paylaşmayı umuyorum.

Yeter galiba?