hatıralarımda hep müşfik bir şekilde gülen bir – evet huysuz değil – ihtiyar olarak yaşayacak büyük adam.
bilmem kaç yıl önce, beşiktaş kitap fuarı’nda oğuz aral’ın imza günü olduğunu duymuş, koştura koştura fuara gitmişim.
elimde avni kitabı, epeyce kuyrukta bekledikten sonra sıra bana gelmiş.
oğuz aral karşımda oturuyor, aramızda bir masa, elinde sigarası, gözlüğünün üstünden beni süzüyor.
bense heyecandan elimi ayağımı ve dahi kitabı koyacak yer bulamıyorum.
o bana bakıyor, ben ona. ikimizden de çıt yok. sonunda dayanamıyor üstat, kitabı kitlenmiş parmaklarımın arasından zorla çekiyor.
ilk sayfayı açıyor, kalem elinde, başı önünde. benden hâlâ ses yok.. bir daha başını kaldırıyor, kocaman bıyıkları gözüme gözüme giriyor sanki.
– kime imzalayayım bunu?
– bana.
duruyor, bakıyor, gülümsemeye başlıyor.
– e evladım sen kimsin?
– ben… eee… unuttum!!
işte o anda basıyor kahkahayı.
neyse ki yanımda sezer var, müdahale ediyor, adımı söylüyor.
tatlı tatlı gülerek birşeyler karalıyor kitaba, sonunda kalemi bir çocuk gibi tutarak, yamuk yumuk bir avni imzası atıyor.
kitabı uzatıyor bana, elini öpmek üzere eğiliyorum, dostça bir tavırla engelliyor beni, kolumu hafifçe sıkıp, saçlarımı karıştırdıktan sonra uğurluyor.
rüyada gibi uzaklaşıyorum yanından, aklıma bir süre boyunca kitabı açıp ne yazdığını okumak bile gelmiyor.
İşte bu da benim Avni’m! Dıgıl dıgıl gidiyor yollarda. Yaşasaydı, üstat beni telif yüzünden süründürmek yerine bi tur biner gezerdi bence 🙂