neden bilmem bizim ailecek ısınamadığımız bir mekândır.
babamla birlikte uzun süre halı sahaya topa gittik. oynamayı bildiğimden değil ha, maksat spor olsun.
4,5 derece miyop gözlerle oradan oraya koşmaktan başka bir şey yapamıyordum zaten, kaleye geçtiğimde de topun gol olmaması için bana çarpması gerekiyordu.
netekim gözlüğüme çarpan bir topun kaşımı ve yüzümü dağıtmasından sonra bende top fobisi başladı, bıraktım halı sahayı.
düşünüyorum da, şaka değil, o günden beri korkarım ben toptan, mahallede oynayan çocukların topu kaçıp da önüme gelse, ona dokunmamak için karşı kaldırıma geçerim, o derece.
neyse efenim, bir gün evde çok afedersiniz malak gibi yayılmış televizyon izliyorum, babam da halı sahada. birden telefon acı acı inildemeye başladı. acılı haber verecek hattın öteki ucundaki,telefonun çalışını arabesk bir tarzda betimlemem lazım. açtım telefonu, bizim osman abi : “lau mecnuan, ha pu seniun baban diştü kolinu kırdı!”
o cümleyle 7 dakika 12 saniye uğraştım, şuraya aktarabilmek için, doğru sesi yakalayamadım. yarı laz yarı egeli bir adamın konuşmasını tahayyül etmeye çalışın, öyle işte!
ne yapacağım, atladım arabaya gittim hastane’ye. içeri girdim, bizimkileri gördüm, epeyce kişi toplanmış zaten.
ben üzgünüm, panik halindeyim vs. vs. kolay değil babamın kolu kırılmış hastaneye kaldırılmış. ama gelin görün ki içeridekiler endişeli ama arada kıkırtılar kaçıyor, yarım ağız kahkahalar duyuluyor bizimkilerden.
hani osurur gibi gülmek vardır ya çok afedersiniz, öyle gülüyor pezevenkler.
gittim hemen yanlarına, bir telaş sordum ne olduğunu. osman abi hevesli “durun yahue ben anlatacağum!” dedi. ben panikle, “aman osman abi, sen anlatma da kim anlatırsa anlatsın” dedim, alındı ama sustu en azından. derken bir başkası sözü alma nezaketi gösterdi :
“bu senin baban var ya! aslan adam canım! aslan ki ne aslan! kıh kıh kıh! yahu ne oldu biliyor musun? maç başlamadan kırdı kolunu! kale direğinden düştü! ahahahahahaha!”
ne dersiniz? lütfen düşünün, bu söze ne dersiniz? kale direğinden düşmek ne demektir? başkasına sordum, yine öyle. başkasına aynı… kale direği diyor gülüyorlar… baktım olacak gibi değil, babamı bekledim anlatması için. sonunda alçıya alma işlemi falan bitti, çıktı sapsarı bir suratla. garibimin acı eşiği düşüktür, hiç gelemez böyle şeylere.
attım arabaya eve götürdüm, yolda da dayanamadım soru yağmuruna tuttum babamı. anlatmak istemediği için sarıdan kırmızıya, kırmızdan mora döndü rengi ihtiyarın… ve en sonunda pes edip anlatmaya başladı :
“maç daha başlamamıştı, ısınayım dedim ben. kale direği var ya hani, ona tutunup barfiks çekeyim dedim. kaleye geçmişim nasılsa, keyfim yerinde. zıpladım, zıpladım, sonunda tutunmayı başardım direğe. asılıyorum asılıyorum çekemiyorum kendimi yukarı. asılıyorum asılıyorum olmuyor. ben de sallanmaya karar verdim. salıncakta sallanır gibi sallanmaya başladım direkte. bir ileri bir geri gidip gelirken ayağımın teki ağlara takıldı. düşün işte, eller direkte, tek ayak ağda kalakaldım havada. inadına herkes de uzakta, ama iyi de oldu uzakta olmaları, görmediler halimi. neyse, baktım seslensem karizmayı çizdireceğim, kendim kurtulmaya çalıştım. diğer ayağımı uzattım, güya ötekini kurtaracağım o ayakla. ne olsa beğenirsin? öteki de takıldı ağlara. namertlerin ikisi de çıkmaz oldu. uğraşıyorum olmuyor, çırpınıyorum olmuyor. tek ayak neyse de, iki ayak takılıyken yardım istemek daha kötü. dalga geçmezler mi adamla? şöyle bir baktım yere, dedim ‘hüseyin sen ellerini bırak, hızlıca yere koyar o şekilde korursun kendini düşmekten. en azından şınav çekiyor gibi görünürsün'”
burada araya girmek zorundayım, çünkü tam anlatının o kısmında ben osurur gibi gülerek babamın sözünü kestim :
– ne yani? sen şimdi iki metreden ellerini bırakıp yerde durabileceğine mi inandın?”
– ne var? yapamayacağımı mı düşünüyorsun?
– yok canım, aslan babam sen yaparsın tabii. ee sonra ne oldu?
– ne olacak… kale direği tahmin ettiğimden yüksekmiş!
– vah vaaah…
– mecnuuun…
– tamam baba tamam, büyük geçmiş olsun!
demem o ki efenim, o olaydan sonra babam halı sahayı bıraktı. bir daha da yakınından bile geçmedi.
anlı şanlı bir jübile oldu kendisi için. aslan babam hiç sevmezmiş zaten halı sahada maç yapmayı!