Bugün 7 Mart, bu yazının teslim tarihi.
Bakıyorum Twitter’a, yarın Dünya Emekçi Kadınlar Günü, insanlar kadınlar sokağa çıksın, kadınlar yürüsün diye ses yükseltmekte. Bugünün kasedinde ise Reza Zarrab 15 kadın ayarlıyor polis şeflerine.
Tayyip Eskişehir’de, insanlar sokakta. Her katilin dönüp dolaşıp cinayet işlediği yere gelme hazzı bu sefer halkın öfkesiyle karşı karşıya.
Dün günlerden perşembe idi ve bu yazıyı okurken sormanızı istiyorum kendinize, “6 Mart Perşembe gününün kasedi neydi?”
6 mart perşembe günü ülke olarak gündemimizde ne vardı?
Bugün 7 Mart, bu yazının teslim tarihi.
Az önce Dermanlı mesaj attı, gördüm ama bozuntuya vermedim.
Süreli yayınlarda yazmak, ciddi bir iştir. Süresi esnek de olsa, her şeyi son dakikaya bırakmanın insanlarca içselleştirildiği bir toplumda, bu esneklik biz çözümsüzlüğün başlangıcıdır aslında.
Beynin yarın yapılacak işin bugünden yapılmaması gerektiğini vurgulamakla görevlendirilmiş kısmı, sonsuz bir döngü içerisinde, asla dinlenmeden neyi yapmamamız gerektiğini bize hatırlatmakta çünkü. Ve tam da ilk paragrafta sorduğum sorudan ötürü, gündemi yakalayabilecek bir yazı yazabilmem için olabilecek en geç teslim tarihinde yazıyı teslim etmemin gerektiği avuntusuna sahibim.
Gündem ise benden, düşüncelerimden, eylemsizliğim için ürettiğim bahanelerden bihaber.
Bugün 7 Mart, bu yazının teslim tarihi.
Beni tanıyan ya da tanımayan, bu yazıyı buraya kadar okumuş olan ya da çoktan yapacağı en doğru seçimin bu sayfayı geçmek olduğunu düşünerek benden ve yazdıklarımdan ümidi kesmiş insanlar karşısında ne anlatmanın doğru olacağını düşünüyorum kara kara. Sizler, DEVREMÜLK adını verdiğimiz, paylaşımdan konuşabilmek için yayınladığımız bu dergiyi bir anlık merak sonucu eline almış sizler, benim gördüğüm neyi görmemiş olabilirsiniz ki? Neyi duymamış olabilirsiniz ki? Müzikten mi bahsedeyim? Bolot Bayrisev adında bir amcanın, Throat Singing denilen türde yaptığı müziğin ne kadar harika olduğundan mı? Bu hepimizin kendisini aldatma çabasından başka ne olabilir ki? Aziz Nesin’in siyaset üzerine yazmasıyla ilgili olarak kendisine sorulan sorulara cevaben anlattığı bir öykü vardır,aklımda kaldığı kadarıyla yazıyorum, sürç-i lisan edersem affola.
“Diyelim ki, denizin ortasında kocaman deliklerinden su alan, hızla batan bir gemidesiniz. Herkes geminin deliklerini tıkamak için de uğraşıp didiniyor. Ve ne tesadüf ki, o gemide dünyanın en iyi keman virtüözü var. Siz gidip de ona, ‘Hadi beyim, bize bir Bach çal da şenlenelim!’ diyemezsiniz. O da bunu diyemez, ‘Bach çalmak benim görevim, geminin batmasına engel olmak değil!’ diyemez. O gemi batarken, yapılabilecek tek bir şey vardır, herkesin omuz omuza mücadele vermesi, gemiyi kurtarmak için elinden geleni yapmasıdır. Virtüöz ya da değil, bu görevin taksiminde kimsenin ayrıcalığı yoktur.”
Demem o ki, sizinle kalkıp dünyanın müziklerinden, Putumayo’nun çıkardığı albümlerden, etnik cazdan ve diğerlerinden konuşamam şimdi. Bir virtüöz değilim, gelecekte bir yerlerde öyle bir konuma erişeceğim gibi bir iddiam da yok, sadece bu yazıyı okuyan ve okumayan herkesle beraber olduğumun farkındayım batan bu gemide, gemiyi kurtarma mücadelesine ortağım. Ve web sitesine girip de okuduğunuz ya da bilmem kaç lira verip de aldığınız bu fanzinde, sizinle paylaşabileceğim şey, bu ülkeye dair düşüncelerim, kızgınlıklarım, kırgınlıklarım ve öfkem olacaktır. Üstelik bunların hepsi ya sizin de çoktan beri düşündüğünüz ya da çok uzun zaman önce çürüttüğünüz düşünceler olma ihtimaline sahiptir.
Ve belli mi olur, ciddiye alıp da okursanız, bu düşünceleri tartışma olanağımız da olur ve mülkiyeti olmayan düşünceleri(mizi) paylaşmanın hazzını tadabiliriz.
İlk sayı için eyyorlamam bu kadar olsun, ikinci sayı seçimlerden önce olursa keyifli bir yazıya daha ortak oluruz, seçimlerden sonra olursa, -uzak ve güzel – bir ihtimal, barikat arkasında yazarız bu yazıları.
Bir çocuk vurulduğu için tüm Yunanistan yandı, biz kaç can kaybettik, elbet bu gemi de bunun diyetini ödeyecek!
(Bu yazıyı Devremülk adlı fanzin için yazmıştım, gelmeyin üstüme 🙂 )