Sen ve ben el eleyiz, yürüyoruz çimenlerin arasında. Bir yandan gökyüzüne bakıyoruz, yıldızlar pırıl pırıl parıldıyorlar. Tüm evrenin güzelliğini gözlerimizin önüne sermek istiyorlar sanki. Gördüğümüz güzellik neşeyle dolduruyor içimizi, konuşmaya başlıyoruz geleceğe dair. Bana bilmediğim bir ülkede yaşayan adını hiç duymadığım ama mutlu olduklarını sözlerinden anladığım iki sevgilinin hikayesini anlatıyorsun. Bizi buluyorum bu hikayede, daha da mutlu oluyorum. Bir patika çıkıyor önümüze, tırmanmaya başlıyoruz. Ellerimiz hiç ayrılmıyor kayaları aşarken, avuçlarımız terliyor. Her adımda biraz daha üşüyoruz ve sokuluyoruz birbirimize. Patikanın sonunda bir düzlük çıkıyor karşımıza ve kıyısında ceylanların oynaştığı pırıl pırıl bir göl bekliyor bizi berrak sularıyla. Ceylanların arasından geçip göle varıyoruz, hiçbir hayvanın umurunda değiliz sanki. Avuçla su içiriyoruz birbirimize göle akan pınardan. Ve uzanıp gölün kıyısına seyrediyoruz gökyüzünü saatlerce, gece hiç bitmeyecek sanki…
Kuğular beliriyor çok uzaklarda, uzun bir yolculuktan sonra göle varıyor ve bir daire oluşturuyorlar etrafımızda. İçlerindeki tek siyah kuğu geliyor ve çekiştiriyor seni kolundan. Kalkıp kuğunun peşinden gitmeye başlıyorsun, ellerin ellerimde. Ansızın havalanıyor kuğu ve bize dönüp onu takip etmemizi söylüyor. Uçmaya başlıyoruz ansızın! Öyle yükseklerdeyiz ki, ellerimizi uzatsak yıldızları tutacağız sanki… Yavaş yavaş alçalıyoruz, bulutların altına inince bir orman görüyoruz isimlerimizi oluşturacak şekilde sıralanmış. Birbirimize bakıp gülümsüyoruz ve devam ediyoruz bilmediğimiz yerlere gitmeye… Bir süre sonra bir şelalenin yanı başına indiriyor bizi kuğu ve yüzmeye başlıyor gülümseyerek. Ellini sıkıyorum ve taşların üzerinden zıplayarak giriyoruz şelalenin altına. Sular okşamaya başlıyor yüzümüzü. Sarılıyoruz birbirimize ve uzaklardan gelen bir kavalı dinliyoruz öylece. Şelalenin altından çıkıyoruz ve sanki ilk kez görmüşüm gibi bakıyorum yüzüne. O ilk kalp sancısını hissediyorum içimde, terliyorum. Ipıslak bir öpücük konduruyorsun yanağıma. Gözlerine bakıyorum, parıltısı kamaştırıyor gözlerimi başım dönüyor. Bir şarkı söylüyorsun, efsanevi deniz kızlarını hatırlıyorum, arplarıyla denizcileri esir eden… Sesinin büyüsüyle açılıyor gözlerim, elini bırakıp uzaklaşıyorum senden. Kendime bakıyorum şelalenin sularında, göremiyorum, dönüp sana bakıyorum, gözlerinin derinliklerinde görüyorum kendimi… Tekrar yanına gelip sarılıyorum sana. Kuğu geliyor yanımıza ve yola devam edeceğimizi söylüyor. Takip ediyoruz onu elele, bir denizin kıyısına indiriyor bizi. Ta uzaklarda denizin üzerinde güneşin ilk ışıklarını karşılıyoruz beraberce. Gülümsüyor bize güneş ve ay veda sözcükleri mırıldanarak gidiyor. Yıldızlarsa biz onları görmesek de orada olacaklarını ve her gökyüzüne baktığımızda el sallayacaklarını söylüyorlar ışıkta yitip giderken. Benim yıldızım tüm mütevazılığıyla kaybolurken göz kırpıyor bana, ben ona el sallarken. Sana dönüyorum, şelalenin sularıyla ıslanan saçlarının kuruduğunu ve sabah rüzgarında dalgalandığını görüyorum. Denize giriyorsun usulca ve beni de çekiyorsun. Üşüyorum suya girince, gözlerine bakıyorum, dudağıma bir öpücük konduruyorsun, o öpücüğün ateşiyle ısınıyorum. İlerliyoruz denizin içinde, sular önce boyumuza geliyor; sonra derinlere, en derinlere yürüyoruz.
Rengârenk balıklar çıkıyor karşımıza, yaşlı bir kaplumbağa yukarıyı işaret ediyor başıyla. Baktığımızda siyah kuğuyu görüyoruz eşiyle, bizi kanat çırparak selamlıyorlar, teşekkür ediyoruz tüm yaptıkları için gülümseyerek. Kaplumbağa onu takip etmemizi söylüyor, tüm deniz güzelliklerinin arasından geçiyoruz onu takip ederek. Eski bir batık çıkıyor karşımıza… Batıktan gelen müzik seslerini duyuyoruz. Geminin ismini görünce ürperiyor ve dönmek istiyorum yalnızca. Sen engelliyorsun beni, ellerimi sıkıca kavrıyorsun, gemiden içeri giriyoruz. Karşıda bir orkestra bize bakıyor. İçerde yüzlerce sevgilinin dans ettiğini görüyoruz. Hepsi belli belirsiz gülümsüyor dans ederken. Biz de başlıyoruz dans etmeye ve dans eden herkes kenara çekilip izliyor bizi. Çılgınlar gibi dönüyoruz salonun içinde saatlerce sonunda reveranslar vererek çıkıyoruz gemiden. Uzaklaşırken tekrar bakıyorum batığa ve son kez dinliyorum Titanic’ten gelen müziği…
Ansızın bir şair çıkıyor karşımıza yanındaki istiridyelerle. Haykırıyor bana “Ne yaptın?” diye! Anlamıyorum onu, sen zorla uzaklaştırıyorsun beni şairden. Çıkıyoruz denizden hızla, kaçmak istercesine bir şeylerden. Ve ben denizin yeşilini görüyorum gözlerinde. “Denizimin yeşilini sen çaldın!” diye haykırıyorum istemeden… Beni sertçe itiyorsun denize, batıyorum derinlere. Şairi görüyorum en derinlerde, ellerinde istiridyelerin yürekleriyle…
—
Bu öyküyü, Tahsin Kavak’ın Sevgi Denizi adlı şiirini Tayfun Talipoğlu sayesinde dinledikten sonra, Özlem için yazmıştım. Bundan on yıl önce, onu bugün sevebildiğim kadar çok sevebileceğimi bilmiyordum bile…