Menü Kapat

Kitapçı

her aptal romantik gibi benim de sahibi olmak isteyip de olamadığım .
oysa ki kelaynak kuşu gibi nesilleri tükeniyor onların da, internetten satışın karşısında bile duramıyorlar. istanbul’un farklı semtlerinde yaptığım gezilerde karşıma çıkan ve her seferinde içeriye selamla girip ellerindeki kitaplara baktığım o ufak tefek, kenar mahalle kitapçıları çoktan nalları dikti. süper/hiper/mega/megahiper/süpermegahiper marketlerdeki o hem kitap, hem cd, hem puzzle, hem kırtasiye malzemeleri, bunun yanında kan, ihtiras, cinayet ve bütün züccaciye malzemeleri satan markalı, zincirli ticarethaneleri kitapçıdan saymıyorum zaten. nasıl sayabilirim ki?
içeri girip bir merhaba diyebileceğim kendi hâlinde biri yoksa ortada, aydınlığa boğulmuşsa ortalık, tavana kadar uzanan kitaplıkların gölgesinde eline rastgele bir kitabı alıp, köşeye kondurulmuş bir sandalyeye, olmadı tabureye tüneyip önünü, arkasını, içini, dışını keyfince inceleyemiyorsam kitabın, kitaba dair bir sorun olduğunda bunu içtenlikle cevaplayacak biri yoksa karşımda, elime aldığın birkaç kitabı incelerken bana çay ikrâm edilmiyorsa, bazen fonda tatlı tatlı sakin bir müzik rahatlatmıyorsa beni, nasıl kitapçı diyebilirim ben oraya?
yok işte, olmuyor. bir başka kitap severin gelip elimdeki kitabı görünce ona dair fikirlerini ortaya sürdüğü rahatlıkta bir yer olmayınca, orası kitapçı olmuyor. bazen iki saatten fazla tanımadığım insanlarla gündeme dair tartışıp, bu esnada çayımı içip, gideceğim yere geç kalmama neden olmuyorsa, bir mekân benim için kitapçı ismini alamıyor. benim eşimle en ciddi tartışmalarım bile, bir kitap almak için kitapçıya girip de çıkamamam yüzünden olmuştur, hele ki, yıllardır tek bir yerden alırım kitaplarımı. eski sahibi bile telefon açıp sorar hatrımı. bazen de işi düştüğünde arar ya, hayat böyle değil mi, hep benim mi işim düşecek?
şimdi… o süslü, parıltılı, aydınlık, en çok kitabın en güzel şekilde dizilebileceği şekilde tasarlanmış, popüler kitapların önde boy boy dizildiği o saçmasapan yerlere kitapçı diyorlar. daha da kötüsü isimsiz binaların depolarında, geri dönüşüm tuzağına düşmeden evvel onlar gibi olan kutuların içinde, parasını vermeden önce sayfalarını koklama şansına ulaşamamış, içinden rastgele birkaç sayfa okumamış insanlara ulaşmak üzere paketleniyor kitaplar. internet kitapçıları, yüzde üçyüz indirimlerle, bir alana bir bedava, iki alana üç hediye satışlar yaparak, kitabı tanımayan bir neslin yetişmesini sağlıyorlar.
hele ki, e-book diye bir nane dolaşıyor ortalıkta. gün geçtikçe de yaygınlaşıyor üstelik. eline alacağın elektronik bir zımbırtının içine sıkışmış verileri kitap diye okumamı bekliyorlar. bir odamı dolduran, çalışmak için içeri adım atamadığım, bazen kitapların kokusu gider diye sigara bile içmediğim kütüphanemi iki avuç içi büyüklüğünde bir elektronik zımbırtıya depolamamı, gezici kütüphane olarak yanımda taşımamı bekliyorlar. oysa ki, ben tatile bile giderken bir çantaya kitap doldurmayı severim, o ağırlığı taşımayı, onların varlığının farkında olmayı severim. nasıl elim gitsin elektronik zımbırtılara?
söz uzuyor, bir yerde bağlamak lazım. kitapçı dediğin, kalabalıkları sevmeyen, insanların seslerinin oluşturduğu o kakafoniye tahammülü olmayan, alışverişten hazetmeyen insanların sığındığı tek yerdir sokakta. sakinliği, sessizliği, huzuru ile miladi ikibinonbir yılında, kendimi bu dünyaya ait hissetmemi sağlayandır, benim gibilerle aramda kurulan bir köprüdür. kitapçı nefes aldığım yerdir.
not : yorgunluktan kalkamadığım için yerimden, bilgisayar başında o sekmede bir şeyler aç izle, bu sekmede bir şeyler aç bak, haberleri oku vs. eylemler gerçekten yıpratıcı göründüğünden, kenarda duran entry’lerime takıldım şöyle bir, üstü tozlanmış ama okuyucuya ulaşmamış bu metni buldum tesadüfen, paylaşayım dedim.

2 Comments

  1. Tolga TOPÇU

    Dostum çok güzel bir yazı yazmışsın. Ama olaya sadece kendi tarafından bakmışsın, bu işi yapan adam nasıl geçinecek? O popüler kitapları satmasa nasıl kazanacak. Kırtasiye işiyle uğraşmayı kim ister?

Bir yanıt yazın