saatin tiktakları benim tarafımdan duyuluyordu. klavyenin tuşları harekete geçerken parmaklarımın altında, bakılıyordu ekrana benim tarafımdan. düşünceler kafamın içerisinde üretilirken, aralarında anlık bağlantı kıvılcımları yakalanmaya çalışıyordu zihnimde. düşünüldüğünü varsaydığım düşünceler mi düşünülüyordu gerçekten, yoksa düşünceler düşündüğümü varsaymam mıydı düşünülen zihnim tarafından, düşünülmesi karmaşık şeylerdi bunlar. sandalyenin mukavemetiyle sabitlenmiş bedenimin yüzey değişimine gereksinmesi, sandalyeyle aramdaki mesafeyi artırdı ve bu mesafe kapı yönünde kapandı. kulaklıklar konumlarını değiştirdiler ve kulaklarıma yerleştiler. ön tarafımda olan kapı aralandı ve bedenim dışarıda olmaya başladı. zaman müzikle koordine bir şekilde akıyordu, önümdeki nesneler hızla yanımdan geçip benimle aksi istikamette durmaya başlarken. bedenimin eylem hızının pozitif ivmesiyle gittikçe hareketlenen yol, engelleri ve çukurları gerimde bırakmaya başladı. çevremdeki insanlar tarafından bakılıyordum, yol benimle aynı yönde hareketlenmiş arabaların altından daha hızlı geçerken. ıslatılıyordum yerin kavuşmak istediği her bir yağmur damlasıyla. ansızın bir çukurun topladığı su birikintisi yolun bana aktığı ve bir an sonra olmam planlanan yere doğru harekete geçmeye karar verdi. zihnimde oluşturulan eylemsizleşme komutunun bedenim tarafından gerçekleştirilmesi için çok geçti, bedenim ıslatılacak alanın soluna doğru savrulmaya çalışıldı ama başarılamadı. yol ile aynı yönde hareket etme eğilimindeki hava, ayaklarımın altında hareketi yavaşlayan yola rağmen, hızlandırıldı. ıslatılmış ve üşütülmekteydi bedenim. oysa bedenime işgal ettirilmiş sandalye rahat, kollarımın altında duran masa temiz, bulundurulduğum ofiste hava sıcaklığı yükselme eğilimli ve yumuşak idi. keşke hareket ettirilimeseydi bedenim; hayat, ben eyleme geçirilmemişken daha kötü olma eğiliminde değildi.