Menü Kapat

Bakırköy Sahilindeki Çay Bahçeleri

uzun zaman oldu ben bakırköy sahiline uğramayalı.
halbuki yıllar yıllar önce gitmeyi ne kadar çok severdim.
her sabah ilk otobüsle giderdim bakırköy’e, en geç 7’de sahilde olurdum.
günün doğumunu kaçırmışsam bile, güneşin yükselişini, çığlık çığlığa martıları izlerdim.
japon cafe vardı üst geçitin yakınında. mekan edinmiştim koca taşların üzerine kurdukları verandayı ve alçak dandik taburelerini.
çay tiryakiliğimin nerede başladığını sorsalar, orayı söylerdim.
demledikleri ilk çayı taze taze getirirlerdi, sağolsunlar.
evde yaptığım ekmek arasıyla ne güzel bir kahvaltı olurdu o.
yağmur soğuk dinlemez kış günlerinde bile giderdim oraya.
orada oturup çay içerken kız tavladım desem, inanır mısınız?
hey gidi günler hey!
hatta otostopla ankara’dan istanbul’a geldiğim bir kış gecesinde, esenler civarında araçtan kendimi zorbela atıp bakırköy sahilindeki çay bahçelerinden birine sığınmışlığım, azıcık ısınmak için sabahın dördünde sıcak çikolata içmişliğim ve sahilde montuma sarınıp eski çantamı yastık ederek uyumuşluğum bile vardır. ki sonrasında nasıl üşüttüğümü bir ben bilirim.
neyse, efenim…
nasıl oldu, neden oldu bilmem.
bir gün geldi, yolum düşmez oldu bakırköy’e.
neden sonra, özlediğimden midir bilinmez, o sahilde tavladığım bir kızı koluma takıp, bir vakit kalkıp gittim sahile yeniden.
o çay bahçelerinden hiçbiri yoktu.
japon cafe dahil hepsinin yerinde yeller esiyordu.
üzüldüm, kırıldım, incindim, hayır bulamıyorum doğru kelimeyi…
geçmişime ait bir şeyi daha yitirmiş olmanın acısını en iyi anlatacak kelime nedir ki?
hani geçmişimizde iz bırakan şeyler yokoldukça kendimizden bir parça yokolmuş gibi hissederiz ya, işte o his nasıl anlatılır?
eskiden taburelerine oturduğum o verandanın yanındaki plastik taburelerden birine çöktüm.
çay bahçem yerinde olmasa da ben çayımı içecektim orada çünkü…
o güzelim çay bahçeleri olmasa da, korsan çaycıların sonu gelmemişti şükür…
çaycı çayı getirdi, biz de ince bellimizden çayımızı içerken sorduk :
– abi nedir buranın hali? ne oldu buradaki çay bahçesine?
– sorma kardeşim. burada kafe vardı biliyor musun?
– biliyorum tabi, gelip gitmişliğim çoktur.
– evet, orası benimdi. kendi ellerimle yapmıştım. bak şuradaki ağaçları görüyor musun? kendi ellerimizle çoluk çocuk diktik biz o ağaçları.
– ee? ne oldu peki?
– sahil dönüşüm projesi adı altında yıktılar hepsini. (detaylar aklımda kalmadı affedin, boşlukları kendimce dolduruyorum, çok oldu konuşalı)
– peki sen ne yapıyorsun burada?
– ne yapayım? ekmeğimi nasıl kazanayım? ilk yıktıklarında gözümüz yaşlı seyrettik ailecek. sonra boş boş dolandım bir süre. baktım her sabah kendimi burada buluyorum, alışkanlık olmuş, bırakamıyorum, inadına tezgah açmaya karar verdim ben de.
– iyi etmişsin abi, çay bahçenden mahrum kalsak da, çayından mahrum kalmamış olduk böylece.
– (çok dinlemiyor beni, derdini anlatmaya öyle dalmış ki, anlatmaya öyle ihtiyacı var ki) hem başka çözüm var mıydı? mahkemeye verdik, yürütmeyi durdurma kararı çıktı. inşallah yeniden yapacağız.
– umarım abi, umarım…
konuşma metni belki birebir değil, çok zaman oldu bu sözler sarfedileli.
ama aşağı yukarı böyleydi dile getirdikleri.
sonra duydum, yeniden inşaa etmeye çalışmış, yeniden yıkılmış.
utanıyorum şimdi oralara gitmeye, ne yıllar önce diktiği ağacın gölgesinde işporta tezgahında çay satan amcanın yüzüne bakacak kadar güçlüyüm, ne de bakırköy sahilindeki o güzelim çay bahçelerinin eksiklikleriyle yüzleşecek kadar…
belki unutursam o son gidişimi, bakırköy sahilini hep eski günlerdeki gibi hatırlayabilir; geçmişimden bir parça, bedenimin görünmeyen bir uzvu eksilmemişçesine yaşayabilirim hem…
(2008)

2 Comments

  1. Geri bildirim: Bakırköy Otobüs Duraklarında Bekleyen Mavi Gözlü Dilenci | caner çelik || elsanın mecnunu

Bir yanıt yazın