“Burası bizim değil bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” (Tezer Özlü) alıntısını kaç kez okudunuz son bir yılda, kaç kez paylaştınız, kaç kez bu sözlere hak verdiniz? Sayısız değil mi?
İşin kötü yanı ne biliyor musunuz? Artık “bizi öldürmek isteyenlerin” dememize bile gerek yok. Bundan sonra okumamız, paylaşmamız ve hak vermemiz gereken yeni bir söz var:
“Bu ülkede ölenle ölünüyor. Çocuk ölüyor. Sonra annesi kahırdan ölüyor. Sonra öldürülmesini protesto eden de öldürülüyor. Ölüm tarlası.”
Kin, nefret, öfke, ötekileştirme, düşmanlık bu topraklarda yüzyıllardır var.
“Birbirine karışır tavuklarımız / Bilmezlikten değil, fıkaralıktan” diyen Ahmed Arif’in sözlerinin aslında olanı değil, olması gerektiğine inandığı şeyi anlattığını öğreneli çok oldu.
Gezi’de de öğrenmedik biz bu dersi, Gazi’de, Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da, Dersim’de öğrendik. Defalarca öğrenmeye mahkum edildik, ölmeye mahkum edildik, ölerek öğrenmek zorunda bırakıldık.
Devlet-i âliyye’de aynıydı, sonrası da farklı olmadı.
Bunun için fazladan bir çaba bile göstermemize gerek kalmadı, kim olduğumuzu bilmeleri evlerimizin kapılarına işaretler koymalarına yetti katillerin, bizi bir otelde sıkıştırmaları, bir kahvehanede taramaları, yakmaları ya da “yasal mermileri ve bombalarıyla” ekmek almaya giden çocuğumuzu, – cemevi bahçesinde – kaybettiğine karşı son görevini yapan arkadaşımızı hedef almaları yetti.
Düştük, öldük, gözaltına alındık, öldük, kaçtık, öldük, durduk, öldük, ölümlere dur demek için sokağa çıktık, öldük.
Körler ülkesindeydik, bir gözümüzü alırlar sandık, onlar geldiler, yüreğimizi oydular.
Şimdi, hepimizde bir diş gıcırtısı, hepimizin ağzının içinde kendi kanımızın o demirsi tadı, izliyoruz.
“Can veririz, can almayız”dan geçtik, pimi çekilmiş bir bomba gibi patlamayı bekliyoruz.