tüm çocukluğum boyunca hayalimi süsleyen ev modeli.
bir köyüm yoktu benim, adını ister asker koyun, ister devlet, isterseniz egemen güç, birileri boşaltmışlar bizim köyümüzü, eş dost akraba da göçmüş türkiye’nin dört bir yanına. bazısı yetinmemiş, huzuru çok daha uzaklarda, dışarılarda aramış…
öteki olduktan kelli, ha vatan bildiğin yerde olmuşsun, ha gavur ellerinde ne farkeder ki?
neyse, benim mevzum vatansızlık, boşaltılmış köyler değil, benim mevzum köy evleri. içinde köylerin geçtiği, kerpiç duvarlı düz çatılı o evlerin hepsi o uzak coğrafyaya, başka bir dünyaya giden kapıyı açan anahtar olmuştur benim için.
düşünsenize, istanbul’un varoş mahallelerinde, bir o gecekonduda, bir bu gecekonduda kiracı olarak konup göçerek giderken çocukluğum, her yaz yarıyarıya boşalmış sokaklarda taşları tekmelerken, ya da e-5 kenarında oturup da gelip geçen arabaları sayarken; arkadaşlarımın yanına gittiği bir emmileri, emmilerinin yaşadığı köy evleri ve üstünde döşek battaniye uyudukları o damları vardı…
sabanları, öküzleri, danaları, koyunları, kozalakları ve üüü-üüüh! daha bir doolu şeyleri vardı onların, kuşlar, yılanlar, börtü böcek, kurbağalar, bacağım kadar sıçanlar bir de..
mr spak’ın bile görse “bu çok mantıksız” diyebileceği bir hayali evren geliyordu gözümün önüne köy yaşamı geldiğinde ve bu yaşam, benim sahip olamadığım ve olmak istediğim her şeyi barındırıyordu o hayali köy evinin hayali anahtar deliğinden içeri attığım hayali bakışlarda…
bu yüzden belki, babamın emeklilik için gidip sözde istanbul içinde, ama gerçekte istanbul dışında bir köy evi aldığında en çok sevinen ben oldum. bu yüzden belki, kamyon kamyon toprak atılırken bahçeye, hayatında el arabası değmemiş ellerini kürek kazma ve araba kullanmaktan nasır nasır göz göz eden ben oldum.
bu yüden belki, hayatın ortasına yol alırken kıyın kıyın, çocuk gibi bostan eken, ve eşini yalvar yakar o sinekli bahçeye, o böcekli eve zorla taşıyan ben oldum.
şimdi de bahçeden topladığı domatesi, karpuzu, salatayı, dolmalık biberi, patlıcanı büyük bir zevkle indiren de benim tabii 🙂
meyva ağaçlarına gelince, geçen ay karaduttan ellerim kıpkırmızı gidip geldim işe. bu hafta da dökülen elmaları toplayıp kuruttuk bile, bu kış bile götürür bizi bu meyveler…
sonuç olarak köy evi, şimdiki şehirli çocukları bilmem ama, bizim gibi varoş çocuklarının, -hele ki köyde bir emmisi yoksa- hayallerini kurduğu evdir. ve kaç yaşında olursa olsun o çocuklar, elektrik tellerine takılma korkusu taşımadan çıtalıların göğe bayrak gibi çekilebileceği yegâne yerdir.