Şimdi karar verdim, bu hakikaten günlük tadında bir yazı olacak, okumazsanız da bir şey kaybetmezsiniz. Gittim gördüm, kendi gözümden Balkan Bus Buluşması’nı anlatmak istedim.
Bilen bilir, yıllardan beri etkinliklere hep “Belki” diye katılım belirtir, hiçbirine gidemem. Ne iş yaşantım, ne de özel yaşantım istediğim kadar gezmeme müsaade etmez çünkü.
Bu buluşma için geçen kış Dursun ve Metehan ile birlikte tek araç keşfe İğneada’ya gittiğimizde de, katılım durumum belkiydi. Belli olmazdı çünkü, gelememe ihtimalim hiç de az değildi!
Aylar ayları, haftalar haftaları kovaladı, buluşmanın vakti geldi çattı. İki hafta öncesinde arkadaşım Levent ile sözleştik beraber gideceğimiz konusunda. Tek bir sıkıntım vardı, o da Avni’nin en son 2 ay önce bir karbüratör bakımı görmüş olmasıydı, frenlerinin vs. aksamının bakım gördüğü son sefer 2011 yılıydı çünkü! Askerliğim de araya girince, 2012 yılında usta yüzü görememişti Avni.
Yola çıkacağım hafta, kesinlikle ustaya götürmeye kararlıydım, -di’li geçmiş zamanda konuşmamdan anlamışsınızdır, götüremedim. Ama’dan önce söylenen sözlerin hepsinin yalan olması kadar doğal bir durum bu.
Evet, 1,5 yıldan fazladır yürürü kontrol edilmemiş bir vosvosla çıktım yola. Avni hakkındaki tek iyi şey, 2012 sonbaharında muayeneden geçebilmiş olmasıydı!
Neyse efenim… Perşembe günü başlayan etkinliklere işimden ötürü cumartesi sabahı katılma kararı aldık. Sabah 05:30’da Murat Palut, Furkan, Salih Amca (Söğütçü) ‘nın da dahil olduğu grupla Mahmutbey’de buluştuk. İlk iş Avni için önceden hazırladığımız çarşafa dört bir koltan sloganımızı yazmak oldu!
Akabinde çıktık yola. Az gittik, uz gittik, Silivri’ye varmadan, bizden yarım saat önce yola çıkmış karavancıları yakaladık!
İhtiyaç molasıydı, benzin alımıydı derken bir baktık, yine arkada bırakılmışız, frenleri zorlasak tutmayacak gariban Avni ile bastık gaza, yetiştik öndekilere. Saatler tıkır tıkır geçerken vosvosumuz da kilometreleri bir bir deviriyordu. 90 km ortalama hız bizim gibi bir konvoy için gayet iyiydi bence 🙂
Dağlar vadiler derken, yolu bildiklerini söyleyenler geçti önce, bizi kestirme olduğunu iddia ettikleri bir yola sürdüler, 12 km kısaltıyormuş! Peki arkadaş, demezler mi adama “12 km dağ tepe tırmandıktan sonra o yol kısalsa ne olur?” diye. Demedik! Efendi gibi manzaraların tadını çıkara çıkara, derelerde buz gibi soğuk suda ayaklarımızı bıcı bıcı yapa yapa ve yoldaki enteresan noktaları ziyaret ede ede (bkz: Demirköy Dökümhanesi) devam ettik yola. En sonunda midemizde yeterince çay ve börekle vardık piknik alanına.
Biz geldiğimizde Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Almanya ekipleri çoktan yerleşmişlerdi, atladığım varsa affetsinler.
Biz de Avni’yi uygun bir yere çekip başladık arazi keşfine. T1’inden T3’üne, Pre 68’inden Süper serisine 200’ün üzerine vosvos, yerleşmişti bile alana – ki bizden sonra gelenlerle sayı 250’yi geçmiş, öyle diyorlar! Annemin böreğiyle karnımızı şişirmiş olmanın rahatlığıyla, aheste aheste ve büyük bir beceriksizlikle Levent ile çadırı kurduk. Yetmedi, bütün kamp boyunca kullanmadığımız – odun ateşinde çay demleyen acayip semaver dahil – pek çok malzemeyi çıkardık Avni’den.
Şurasıydı, burasıydı derken bir gruba kaynak olduk ve Levent’in “abi masaya gerek yok, bende var” diyerek yanıma masa aldırmadığı, sehpamsı şey ve sandalyelerimizi grubun ortak alanlarının kenarına konuşlandırdık. Yalan değil, onları kullanmaya çok ihtiyaç duymadık! Çünkü kamp alanına ulaştıktan sonraki tek derdimiz “ilk bira”larımızı içmek için çarşıya geri dönüp alışveriş yapmaktı.
Netekim, tavla turnuvasına kayıt olduktan sonra Anatolia Vosvos Derneği’nin manevi başkanı Mustafa Dermanlı’ya bizim maçları sona almaları ricasını yapıp koştura koştura indik İğneada’ya. Aldık biraları, çarşıda dolaşan vosvosların ve vosvos gördükçe gülümseyen insanların arasından geçe geçe geri döndük. Tavla turnuvası için bir ağacın dibine kurulduk.
Dermanlı’dan beni ilk maçta Salih Amca ile karşılaştırmamasını rica edeceğime, Süha (Senir) Abi ile karşılaştırmamasını rica etmişim. Murphy sağolsun, ilk maçta Salih Amca ile karşı karşıya kaldım ve bu yüzden ilk maçta 2-1 (sadece 3 sayılık hızlı partilerdi) yenilerek elendim turnuvadan. Ne yazık ki Levent de Eskişehir’den bir dernek başkanına yenildi. İkimiz de avucumuzu yaladık, kazanana büyük rakı vardı bir de!
Neyse, nasıl olduğunu çok net hatırlamıyorum – sarhoşluktan değil canım – ama biraları içe içe akşamı etmişiz. Bu arada İğneada’da yüzme planı yapmamış iki insan olarak gaza gelip Karadeniz’de yüzmüş, ardından kumsalda uyuyakalmışız (sadece ben de kalmış olabilirim 🙂 )! Yetmemiş, üç kere toplamda üç kere çarşıya inip çıkmışız. İki mangal acemisi olarak araçlardan uzakta bir yerde mangal yapmakla neredeyse 2 saat zaman harcamayı başarıp, sonunda Levent’in 12 köftemizin (sayıyla almıştık evet) beş tanesini mangal ateşine/küllerine dökmesi nedeniyle tabaklarımızda sembolik olarak karın doyuracak bir miktar et ve bolca ekmekle kalakalmışız. Neyse ki komşu masadan ikrâmlar geldi de, azıcık daha doyabildi karnımız.
Sonra kamp ateşinin etrafında toplanıverdi genci yaşlısıyla herkes. Kara Düzen adında bir müzik grubunun her dilden ezgileriyle başlayan konser, yanlarında enstrüman bulunan vosvosçuların dinletileriyle devam etti. Yanılmıyorsam Sırbistan’dan gelen, ağzında armonikası, elinde gitarıyla rock’n roll tarihinden eserler seslendiren vosvosçu, hepimizi dans ettiren ilk ve tek kişiydi. Yanına klarnet de gelince o ezgiler bambaşka bir hâl aldı, yalan değil. Sonra bir grup daha çıkmaya çalıştı ama… gecenin o kısmını hafızamdan silmeye çalışıyorum. Kutman Böğürtlenli Şarabımda bitmişti – özellikle vurguluyorum Vin Cent değil – zaten, elimde kalan tek şey uyumaktı.
Uyumak iyiydi, hoştu da, önce ben uyuyunca Levent’in uyuma şansı olmadı! Evvelsi geceden de uykusuz olduğum için ben kükremeye başlayınca, Levent’in bitmek bilmez gece nöbeti başladı. Dayanamayıp yürüyerek İğneada’ya giden Levent, bir dolu resim ve kıpkırmızı gözlerle karşıladı beni sabah.
Onun bu hâlini görünce dayanamadım tabii, yola erken çıkma kararı aldım, erken ama ne erken! Önce onu yüzmeye gönderdim, bir yandan bulaşık işlerini halledeyim dedim. Yine annemin böreği ve kekiyle kahvaltı yaptım – biraz kavun, domates ve salata takviyesiyle elbette – ve ortalığı toplamaya başladım.
Karadeniz’in buz gibi soğuk sularından gelen Levent, yine buz gibi suyun altında duş alınca bir başka güzel oldu! Zorbela çadırı topladık ve insanlarla vedalaşmaya başladık. Sanıyorum kampın en komik dakikaları bizim için o anlardı.
Anatolia Vosvos Derneği’nin çağrısıyla saat 12:00 gibi herkes meydanda toplantı, tek sıra oldu ve el sıkışmaya başladı. O saate kadar gidenler gitmişti ama kalanlar 100 kişinin üzerindeydik. Sıranın başındaki herkesin elini sıkarak sıranın sonuna doğru yürümeye başladı. Evet, hepimiz el sıkıştık! O kadar insan birkaç saniyeliğine de olsa birbirimizin gözlerine baktık ve bir araya gelebilmenin mutluluğunu paylaştık birbirimizle!
Ben dayanamadım, sıraya ikinci kez girdim galiba, elim ısınmıştı zaten, daha birkaç yüz kişinin elini sıkabilirdim!
Akabinde yola düştük, İğneada’daki yegâne benzincide benzinin “bitmiş” olduğunu öğrenince, yanımızda stokladığımız bidonda ne kadar benzin varsa depoya aktardık, Demirköy’e doğru yola koyulduk – yolda kalma korkusuyla! Az gittik, uz gittik, Demirköy’e bizim gibi tırıs tırıs gelmiş birkaç vosvosçuyla benzincide buluştuk. Oradan Dupnisa Mağarası‘na da gidecektik ama 28 km olduğunu görünce vazgeçtik.
Yola tek başına gitmemek için ufak gruba kaynak olduk. Bizi fevkalade güzel bir köfte yemeye götüreceği konusunda defalarca teminat veren rehberimiz, “camiden sola dönünce varacağımızı sandığımız” ama camiden sola döndükten sonra 26 km ileride olan(!) Ahmetbey’e götürdü bizi. Bir de utanmadan(!) orada kimden köfte yenir diye soruşturarak bir mekân buldu. Ahmetbey Belediye Başkanı ile yaptığımız birkaç dakikalık muhabbetten sonra Ahmetbey’i bir daha asla ama asla görmemek üzere terk ettik.
Yolun tam TEM’e bağlanacağı noktada benzin almamız gerekince gruptan ayrı düştük. Onları el sallayarak uğurladıktan sonra tıngır mıngır da olsa E-5’ten gitmeye karar verdik. Levent’in yazlığını kesinlikle görmemiz gerekiyordu çünkü 🙂
İyi ki de görmüşüz, çok güzel bir yerde, çok sevimli bir evdi. Hem bu sayede Avni’nin yağını kontrol etme şansım oldu ve 2,75 litre yerine 1 litre yağımızın bile kalmadığını – Avni’nin çok güzel yağ yaktığını keşfettmiş oldum. Hemen en yakın benzin istasyonuna koşturup yağ takviyesini yaptık ve ardından yola koyulduk.
Ömrümün en uzun, ömrümün en sıcak, ömrümün en korkunç yoluydu! Yazlıklarından dönenler, Ramazan başlamadan tatilini yapıp dönüş yoluna koyulmuş olanlarla birlikte kalınca, önce Selimpaşa’da E-5’ten TEM’e kaçtık, sonra da TEM’de mahsur kaldık.
İyi ki İğneada’da boşalan benzin bidonumuza bir 10 TL’lik benzin daha koymuşuz, yoksa TEM’de kalakalacaktık. Hadımköy gişeler civarında attığımız o son benzinle zor bela Avcılar çıkışından kendimizi E-5’e atabildik, Beylikdüzü’nden bir kez daha benzin alarak kendimizi İstanbul trafiğinin çilesine bıraktık.
Yanlış hesaplamadıysam Beylikdüzü’nden Mecidiyeköy’e varmamız 3 saat sürdü, ki bu süre ortalama bir otomobilin İstanbul’dan İğneada’ya gitmesinden bile uzun bir süre.
Neyse… Önümüzdeki yıl buluşmanın aşağı yukarı aynı tarihte ve Romanya’da olacağını söylemiş miydim?!
Hazırlıklarınızı yapın dostlar, önümüzde uzun bir yol var 😉
Balkan Bus Buluşması
1 Comments
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.
Geri bildirim: Yarı-Zamanlı Devrimcinin Gezi Parkı Kazası | caner çelik || elsanin mecnunu